8 Aralık 2014 Pazartesi

Hornet ve eşcinsel birey

Adından da tahmin edebileceğiniz üzere Hornet ve içindeki o bambaşka dünyadan bahsetmek istiyorum. Bambaşka dünya diyorum; çünkü gerçekten de öyle. Başla bir gezegenden geyler kullanıyor sanki bu hornet'i. Tabii bu sözüm herkes için değil. Bizim dünyamızdan kullanan 'insanlar' da var.

Hornet çok garip bir uygulama. Uygulamanın amacı 'Gey Sosyal Ağı' aslında program da ki Gay(TDK'ye göre artık 'gey') bizim sadece erkek eşcinseller için kullandığımız anlamdaki gey değil. Tamamı ile 'Eşcinsel Sosyal Ağı' yani programa bakış açımızı baştan kaybediyoruz :)

Peki bu uygulama bizlere ne vaat ediyor? İşte burada bazılarının devreler yanı veriyor. Aslında basit; çevrenizdeki geylerle sohbet ve buluşma imkanı sağlayan bir uygulama. Buradaki sohbet ve özellikle 'buluşma'daki kasıt farklı olunca haliyle uygulamanın pek suçu yok gibi. Sohbet ve buluşma yazısını okurken beyni yerine farklı yerleriyle düşünenler olduğu için uygulama da çığrından çıkıyor ve bazen lanet bir hale gelebiliyor. 

Hani her seferinde LGBT hakkında mücadeleci tavır vardır ya içimizde, her LGBT bireyinin doğal bir duruşu vardır. Çünkü toplumun ön yargılarıyla mücadele etmek ve var olan yaşama hakkını elde etmek hepimizin görevi. İşte bu düşünceye ve mücadele hırsına sahip olmamıza rağmen şu hornet'te ne varsa birden kaybolu veriyor. Hep bir söz vardır; Cinsel açlığın Afrika'sıdır Türkiye! diye. İşte tek bir cümleyle açıklanıyor sanırım.

Peki nerede yanlış yapıyoruz? Aslında yapılan yanlış cinsel güdülerin bastırılamayıp, libido ile birlikte bazı şeylerin önüne geçememe. Bunun yanında aşk mı yoksa sex mi arıyorsun? paradoksu da var. Aşkı sex ile karıştırdıkları için bu çıkmazın içinde 'aşk yaşayamıyorum bari libidomu dindireyim' diyerek işin içinden sıyrılıveriyor kullanıcımız. Hal bu olunca hornet de fuhuş uygulamasına dönüyor.

Saygısızca davranmalar, küçümsemeler, ön yargılardan sıkılmış bireylerin ön yargılara sahip olması, hep 'ben' içi güdüsüyle tavan yapan ego, ve erotik fotoğraflar vs ile kendini tatmin etme.

Bizim bütün dünyamız bu mu? Dünyadaki heteroseksizm ile uğraşırken neden biz, bize yakışanı yapamıyoruz? Her şeyin üstesinden gelmek için mücadele eden LGBT neden bununla mücadele edemiyor? 

'İşte biz buyuz' demek istemiyorum ama görünen köy kılavuz istemiyor. Artık önce kendimize dönüp bir bakmamız gerekiyor. Önce şu heteroseksizm tavırlardan kurtulmamız gerekiyor. Sonra neden bizler de doğru dürüst aşk yaşayamıyoruz diye sormayız.

Önce insanca düşünmek... Sonra hornet!

8 Kasım 2014 Cumartesi

iki yabancı

Geçen hafta sıradan insanlar için sıradan fakat aşık insanlar için inanılmaz bir olay yaşadım. Hoşlandığım çocuğun izmir'e geleceğini daha önceki yazılarımda yazmıştım. İzmir'e okumaya geldi ve haliyle bir çok öğrenci gibi o da izmir'e hayran kaldı. Neyse... Yaşadığım olaya gelirsek şu şekilde oldu:

Dünya küçük... Kendisi Ege Üniversite'sinde okumamasına rağmen kampüse uğramaya başlamıştı. Swarm sağ olsun :) İşe gittiğim günlerden biriydi. Düzenli bir iş değil bu. Bir tekstil firmasında yoğun iş olduğu zaman yardımcı eleman olarak günübirlik olarak gidiyorum bu işe. Cuma günüydü ve erken kalkıp işe gittim. Öğle arasında iş yerinden izin alıp okula gittim. Çünkü yemekhaneden kartıma dolum yaptırmalıydım yoksa bütün hafta aç kalırdım o.o Bunun için benimle beraber çalışmaya gelen arkadaşımla üniversitenin yolunu tuttuk. Tabii o sıralar bana swarm'dan bildirimler geliyor. Bir de ne göreyim çocuk Ege Üniversitesi Kampüsü'nde check-in yapmış. Yemekhane sırasındayken aklımda deli sorular... Nerededir acaba, bana yakın mıdır, bu tarafta mı yoksa üniversite hastanesi taraflarında mı? diye düşünürken başımı sola doğru çevirdim. Bu sırada bunları düşünürken arkadaşımla konuşuyoruz tabii.

Bir anda dünyam durmuştu. Gerçekten durdu. Arkadaşımın dediklerini anlamıyordum. hiç bir şey duyamıyordum. Dünya benim için o an gerçekten durdu. Kalbim küt küt atmaya başladı. Tanrım didim :) bu gerçek olamaz ya... Nasıl olmasın ki; üniversite küçücük yer. Oysa en büyük kampüse sahip üniversitelerden birisi Ege Üniversitesi. 

Gözlerine baktım hemen geri çektim. Korktum... Garip bir şekilde beni görmemesini istedim o an. İç güdülerim bana bunu emrediyordu ve öyle de oldu. Yanımda duran arkadaşımın arkasındaydım. Aramızda o vardı. Tekrar gözlerine baktım. Göz göze gelecekken tekrar saklandım gözlerimi çevirdim. Bir metre ötemdeydi. Adı ağzımdan çıksa duyacaktı. O beni gördü mü, fark etti mi hala cevabını beklediğim sorular ama elimden gelen, o an hiç bir şey yapmamak oldu. Çok yakındı... Yanında iki kişi daha vardı. Birini tanıyordum bizim gey cemaatinden :) Ama hiç konuşmuşluğum yok. Belki hornetten görmüşümdür. 

Yanındakilerle konuşuyordu. Mizacı mı bilmiyorum ama bitkin bir hali vardı. Gözlerimi kaçıra kaçıra ancak o kadarını anlayabildim. Ama gözleri çok güzel. Fotoğraflarındakinden çok daha güzel. İçimi yakıyordu ama bu kadar yakınken birbirimizi hiç tanımıyormuş gibi davranmak. Kalbim hala hızlı atıyor, ne yapacağımı bilmiyordum. Masmavi gözlerine bir bakış daha ve tekrar kaçış. İşte buradaki vakti de doldu. Gitme vakti. Yavaş yavaş uzaklaşmasını seyrettim. Artık rahat rahat bakabiliyordum. Arkadaşım anlamasın diye arada dönüyordum tabii. Ama her baktığımda biraz daha uzaklaşıyordu. Sonra metroya doğru yöneldi ve gözden kayboldu. İçimden defalarca lanet olsun... lanet olsun diye söyleniyordum. küfür etmiyordum sadece lanet olsun :)

O anı hiç unutmayacağım galiba. Zira gece rüyamda görmem bilinç altımın oyunu değil, resmen hissettiklerim.

14 Eylül 2014 Pazar

uzakta bir yerde

uzaklarda kimselerin bilmediği bir yerde denizin maviliğinde ve ağaçların yeşilinde dinlenmek istiyorum. yorgunluğumdan değil, uykum geldiğinde de değil. sadece bana iğrenç gelen şeylerden kaçmak için. yaprakların kırdığı güneş ışığını yüzümde hissetmek istiyorum. denizin esintisiyle sarhoş olmak istiyorum. güneş batarken sıcaklığını yerine soğuk ve üşütücü havaya bırakırken küçük bir ateşin yanında ısınmak istiyorum. dalgaların sesiyle yıldızları izlemeyi ve öylece dalıp uyumayı istiyorum.



Lüks bir araba istemiyorum. bana yılları harcamış ve içinde tarih kokan bir vosvos gerek. Çıkardığı yorgun motor sesiyle yolları yavaş yavaş gitmek istiyorum. sindire sindire doğayı seyretmek istiyorum açıp pencerelerden. hız ve ya abartılmış bir egzoz sesiyle değil de vosvosun alev kırmızısıyla dikkat çekmek istiyorum. gürültülü ses falan da istemiyorum küçük teypten çıkan müziği işitmek istiyorum. ben duyayım yeter. başkası dinlediğim müziğin abartılı bas sesini neden duymak istesin ki. zaten dinlediğim müziklerde de abartılı bas olacağını zannetmiyorum.

Yanımda tabii ki sevgilim olsun isterim. ben vosvosu sürerken 'neden daha iyi bir arabada yolculuk etmiyoruz' tartışmasını da yapmak istiyorum. Tartışmayı bitirmek için müziğin sesini biraz açmak istiyorum. sonra müziğin tıngırtısıyla uyuyan sevgiliyi seyretmek istiyorum. tabii yoldayken değil :) belkide yaz ayı olduğu için uyurken terler biraz alnındaki terleri siler bir öpücük kondururum.

Belki yine deniz kenarında kamp kurulur. bu sefer sevgiliyle. belki... yalnız ve sakin küçük bir koy olsun ve sadece bizim çadırımız olsun. belki önce koyu keşfederiz. sonra yiyecek bir şeyler ayarlayıp ateş yakarız. denize girer yalnızlığın keyfine varırız. sonra akşam olana kadar sohbet belki de kitap molası... sonra el ele tutuşup yıldızları seyrederiz. belki yıldızlara isim koyarız. sonra o yine benden önce uyur başını omzuma alırım nefesini dinlerim biraz sonra bu nefes ritminde bende uykuya dalarım.

13 Eylül 2014 Cumartesi

hayal ederken yalnızsın


( müzik eşliğinde dinleyebilirsiniz )

günün birinde yine 
yalnızlıklarla kadeh kaldırmanın eşiğindeyken, 
birden karşına çıkıp 
onun geleceğini hayal edebilirsin. 
seni umursayıp umursamayacağını
umursamayabilirsin. 
çünkü hayal ederken 
aslında yalnızca sen varsın. 
ve hissettiklerin...
yalnızlığını sindiremeyebilir. 
ağlayabilirsin... 
acıkmış bir bebeğin 
annesine attığı çığlık gibi 
ve ya bir çocuğun 
düştükten sonra 
dizlerini yaralamasıyla duyduğu acıdan ağlaması...
belki de 
oyuncağı kırılan çocuğun ağlamasıdır. 
ağlayabilirsin işte...
 Zaman... 
değişir... 
büyürsün 
göz yaşları aynı 
fakat ağlamaya değer bulduğun olgular 
farklı...

10 Temmuz 2014 Perşembe

Seni kimler aldı

Bu aralar toplumsal mesaj vermek yerine hep çıkmazın içinde olan kalbime söz geçirmeye çalışıyorum. Aklımdan geçenleri eyleme geçirmek istemem otokontrol ile dursa da elimden gelen sadece bu. Aklımdan geçenleri mi demişim? Pardon kalbimden demek isteyecektim. Yazmak çok hoşuma gidiyor bu aralar. Özgür hissettiriyor bana. Sıcaktan bunalmış bedenimden damla damla ter dökülürken yazmaya engel olabilecek ne olabilir ki diyorum; sonra devam ediyorum yazmaya.

Paylaşmanın bende vermiş olduğu mutluluğu yaşayabiliyorum bir nebze de olsa. Derdini yazmak mutluluk olmuş düşünsenize. Keşke mutlu olsam da aşık olduğum çocukla, sizlerle yazımı öyle paylaşsam diyorum. elimden gelen bir şey yok ama. Aklıma zamansız gelişleri ruh halime yansıyor. Başkasıyla olan mutluluğu ben de melankoli yaratıyor. 

Neyse diyorum sonra geçiyorum. Sokakta el ele tutuşanları görüyorum sonra yine aklıma geliyor. Facebook, twitter, whatsapp... Birde şunlar olamasa o zaman ne yapardım diye düşünüyorum. Belki arada sırada halini hatırını soruyor olabilirim. Hatta sevgilinle nasıl gidiyor diye soruyorum bazen. Mutluymuş :) umarım mutluluğu daim olur. Hiç bir zaman bana karşılık vermediği için ona kin duymadım. Ama üzülüyorum tabii ki. Onun mutlu olması benim üzüntüm olsa da teselli etmiyor değil bazen beni. Çünkü onun gibi iyi kalpli birisi hakkediyor mutlu olmayı. 

Şimdi soracaksınız bana "peki neden üzülüyorsun o zaman?" diye. Bende Nazım Hikmet'in dizeleriyle cevap vermek isterim:

"Hani derler ya, ben sensiz yaşayamam, diye. Ben onlardan değilim. Ben sensiz de yaşarım; ama seninle bir başka yaşarım."

İşte tam da bunu yaşıyorum bu aralar. Bir de başkasına ait oluşu var tabii. Başkası elini tutup, kokusunu çekiyor içine. Gözlerine bakıyor, belki de dudaklarının tadına bakıyor. Onunlar film izleyip, belki de yürüyüşe çıkıyorlardır film bittikten sonra. Şu an yaz ama belki de yağmurun altında yürüyecekler birlikte. Yemek yeyip, mum ışığında geçireceklerdir belki de. Sonra sarılıp uyuyacaklardır. Sabah öperek uyandırılacaktır. Aklımdan bunlar geçerken hep şu şarkıyı dinlerim tabii:

28 Haziran 2014 Cumartesi

bir garip his!

Bitmesini istemediğiniz şeylerin bitmesini istediniz mi hiç? Ben istedim. Artık bunaltacak derecesine geldiğinizde ve gücünüz kalmadıysa ve ya dokunsalar ağlayacak haldeyseniz bitsin istersiniz. Ne kadar sevdiğin, sevilmediğin, ona olan merakın, başkasına ait oluşu… Düşünmeden ötesine geçtiği zaman ve kendine zarar verme derecesine kadar geldiyse bitsin diyorsunuz işte. Öyle fiziksel zarardan bahsetmiyorum. Saçma! Daha büyük bir zarardan bahsediyorum. Bütün gün ne yapsanız aklınızdan çıkmayan şeylerden kurtulmak istediğiniz şeylerin zararından bahsediyorum.

Üst üste yaşanan olaylar bu haddeye getirebilir. Evet, onun bir sözüyle mutlu olacağınız anlar olması gerekirken, çaresiz bekleyiş içerisinde olmak bunaltıyor insanı.
Hayatımda ikinci kez yaşıyorum diyebilirim. Her seferinde aşka yenilmenin bıkkınlığı da var bunda. Evet, bir kez daha yenildim aşka. Yine bir şekilde olmadı lanet olası. Büyük hassasiyet gösterdiğiniz, hoşlandığınız çocuğun gözleriniz önünde başkasına gitmesinden bahsediyorum. Gittiği halde ona bir şeyler yazmaya çalışmak, yazarken ise acaba hissinin yaratılması, insanın canını sıkan. Hoşlandığınızı açıklıyorsunuz. Tamam, o sizden hoşlanmayabilir ama olmuyor işte arkadaş! Ama başkasına gitmesinin yaratmış olduğu etki, tepkiyi de doğuruyor haliyle.

Hissedebiliyorum! Ona, onun sevdiği çocuktan daha değer verdiğime eminim. Bunda cidden eminim. Çünkü ne kadar aşık olduğunuzu, sevdiğinizi ve onu koruma duygusu taşıdığınızı bir tek yaşayanlar hissedebilir. Kanıtlayabilirim! Benim ona duyduğum hissi fark etmiş olsa beni seçerdi. İşte bu yüzden eminim.
İzmir'e de gelecek, bundan da eminim. Ama düşlediğim olmayacak bu da kesin. Düşlerde kalıyor biliyorum. Ama elimde değil ne yapayım.

Benim ne durumda olduğumu biliyor. Bana sevgilisi olduğunu açıkladığında neler hissedebileceğimi de! Onu sıkmadığımı biliyorum ama en azından bir kez mesaj atsa gerçekten dünyalar benim olurdu. Sevgilisinden mesaj beklerken benim ona mesaj atıp mutluluğuna ortak olmam ve ya derdini paylaşmam ona verdiğim değeri gösteriyor. Ama inatla işler hep ters gidiyor.

İşte bu yüzdendir ki; kalbiniz de bir sancı bir ağrı giriveriyor. Çok değişik bir duygu… Aslında sadece kalpte değil tüm göğsünüzde hissedebiliyorsunuz. Anlatılmaz bir hissi var.


Hani derler ya âşık olunca da böyle garip hisler duyulur. Aşık olup birlikte olmakta, aşık olup ayrı olmakta aynı hismiş; hepsi aşkın içindeymiş!

22 Nisan 2014 Salı

Rıfat'ın Öyküsü 3 / Son Bölüm


Patika yolu aştıktan sonra kamp alanına varmışlardı. Kamp sezonu kapanmıştı. Sonbaharın yaprakları sarartan tutkusu kamp alanını her zamankinden daha farklı kılmıştı. Bu şahane zamanı yakalamak isteyen bir kaç kişiden bir de kamp alanını işleten yalnız adamdan başka kimse yoktu. Elli yaşlarında, yalnız bir adamdı bu. Eşini ve iki çocuğunu trafik kazasında kaybetmiş ve o kazadan sonra hayata küsen, karavanda yaşamını sürdüren yalnız bir adam. Kendini kitaplarına ve bu kamp alanının güzelliklerine adamış adamın haftada bir ve ya iki ziyaretçisi gelir, ihtiyaçlarını getirir, adamla saatlerce belki de günlerce keyifli zamanlar geçirir sonra giderlerdi.

Rıfat kamp alanını görünce sanki ilk defa geliyormuşçasına heyecanlıydı. Gözleriyle etrafı süzüyor sanki doğanın gizli bir sırrı varmış da onu bulmaya çalışıyordu. Mete ve Deniz ele ele tutuşmuş böyle bir güzelliği ilk defa görmenin tadını çıkarıyordu. Çocuklar kamp alanından içeriye doğru girmeye başladılar. Onları yalnız adam karşılamıştı. Tanıştıktan sonra yalnız adam Rıfat'a çadırlarını kurabilecek yerleri göstermişti ve karavanına gitmişti.

Kamp çadırlarını kurmuşlardı. Rıfat baktığında sadece kurulu iki çadır görebiliyordu önünde. İç ses "Ne bekliyorsun ki? Ayrı çadırlarda uyumasını mı? Rıfat iç geçirdi "Sus artık!" diye bağırmıştı birden bire. Mete ve Deniz birden Rıfat'a doğru dönerek şaşkınlıkla bakmışlardı. Mete "İyi misin Rıfat? Sanırım seni hava çarptı. Soldan soldan geliyorlar herhalde" diyerek gülümsemişti. Deniz ise kahkaha atarak "Korkuttun bizi Rıfat" diyerek alaycı bir tavırla Rıfat'a bakıyordu. Rıfat bozulduğunu belli etmeden "Başım ağrıyor ve sürekli kulağım çınlıyor" dedi. Mete "Kaç saattir ayaktayız belki bu yüzden olmuştur. Biraz dinlensek iyi olacak" dedi ve Rıfat, Mete'yi onayladı. Mete denizle birlikte çadıra girdiler. Rıfat içten içe eriyordu. Az önce yalandan söyledi baş ağrısı şimdi gerçekten başlıyordu. Mete ve Deniz kamp çadırlarında uyurken Rıfat bir ağacın dibine yaslanarak oturmuş gökyüzünü izliyordu. 

Gökyüzü... Yeşil yaprakların, dallarına sımsıkı tutulduğu ve güneşin her ışığını kırarak yere indirdiği o an... Kırılan ışık süzmeleri buğulu orman havasında Rıfat'ın yüzüne yansıyordu. Beyaz teninde ışık kaybolan gücünü kazanarak tekrar parlıyordu. Dans edercesine bir edayla göz bebekleri oynuyordu ışıkla. Işığın, yeşilin, havanın ve bu üçgen içerisinde, doğadaki şanslı canlıların fısıltıları eşliğinde, düşünüyordu sadece Rıfat. Ne içsesi, ne Mete, ne de Deniz. Şu an sadece kendisi vardı. Fakat birileri ona bir şey anlatmaya çalışıyordu. Rüzgar tenini okşuyor kulaklarına fısıldıyordu. Evet hissetti! Doğa ana bu. Belki de tabiat ana dersiniz. Ama duymak esastı Rıfat için. Aklından geçirdiklerini rüzgar sanki ona fısıldıyordu. Şimdi artık yalnız değildi. Mete'yi düşündü. Rüzgar kulaklarının arkasından hafifçe çarparak "seni seviyor." diye fısıldadı. Gereksiz yere bir gülümseme oldu Rıfat'ın yüzünde. Hayali bile o kadar güzeldi ki... Bugün Rıfat doğa ana'nın kendisine sunduğu fırsatları başarılı şekilde gerçekleştirmişti. Hayal etmeye devam etti. Güneş ışınlarının hafifçe ısıttığı yüzünü sol omzuna doğru çevirdi. Başını omuzuna yaslamıştı Mete. Gitmesine korktuğundan yüzünü hiç çevirmedi. İçses "Korkma, bu senin hayalin. İstediğin kadar görebilirsin." dedi. Rıfat fısıltıyla "Tabii ki... Çünkü elimde olan sadece hayal etmek kaldı. Hayalimde ki aşk hiç bitmedi ki?"

Güneş batmaya yakındı. Rıfat ayağa kalktı ve çadırların olduğu yere doğru dönmek için yürümeye başladı. Hemen vardı. Çadırlar çok uzakta değildi. Mete ve Deniz ateş yakmış etrafında oturmuş bir şeyler konuşuyordu. Rıfat'ı görünce birden susmuşlardı. Mete "Nerelerdeydin Rıfat? Biz de uzanalım biraz dedik ama uyumuşuz." dedi. "Bir ağacın altına oturup seni düşünüyordum." diyebilmeyi çok istedi Rıfat ama "Bir ağacın altında oturup doğayı dinledim. Hem baş ağrıma da iyi geldi." dedi ve Deniz "Vay! Bizi de uyandırsaydın keşke. Umarım sıkılmamışsındır." diye ekledi. 

Çocuklar ellerindeki malzemelerle yemek yaptılar ve yediler. Sohbetler, oyunlar, şakalaşmalar... Hepsi keyifli vakit geçiriyordu. Rıfat içten içe üzülse de Mete ile birlikte En sevdiği kamp alanında olmaktan oldukça mutluydu. Geceye doğru karavanında sıkılan yalnız adam kamp alanındaki kampçıları tek tek ziyaret ediyor, hem ihtiyaçlarını soruyor hem de sohbetlerine eşlik ediyordu. Çocukların yanına geldiğinde Mete biraz korksa da yalnız adama çabuk alışmıştı. Yalnız adam çocuklara neden burada yaşadığını ve hayatını anlattı. Uzun sohbetten sonra karavanına dönüp yattı yalnız adam. Çocukların da uykusu gelmişti. Sabah erken saatte uyanmak için anlaştılar ve uyudular. Rıfat çadırda ters uyumayı tercih etti. Çünkü çadırın giriş yerinde sadece başı açık kalacak şekilde yıldızları seyrederek uyumak istiyordu ve yıldızları seyrederek uykuya daldı.

Sabahın ilk ışıklarıyla uyandı Rıfat. Hayatında uyuduğu en güzel uykulardan biriydi. Ama kalktığında çadırın içindeydi. Gece havanın soğumasıyla birlikte uyku sersemliğiyle çadırın içine geçmişti. Çadırdan çıktı ve günün ilk aydın anlarının keyfini çıkardı ve sönen ateşi tekrar canlandırdı. Mete'nin çadırından fısıltılar gelmeye başlamıştı. Mete ve Deniz uyanmışlardı. Fakat ters giden bir şeyler vardı. Fısıltılar yerini bağırışlara bırakmıştı. Mete sinirli bir halde çadırdan çıkmıştı. "Günaydın" diyerek Rıfat'ın yanına oturmuştu Mete. Rıfat "Ne oldu, ters giden bir şeyler mi var?" dedi. Mete "Daha sonra anlatsam Rıfat." diyerek konuyu kapattı ve Rıfat da cevap vermedi. Fakat Deniz'in Meteyi üzmesi Rıfat'ın da sinirini bozmuştu.

Deniz çantasını toplamış çadırdan somurtkan halde çıkmıştı. Mete, Deniz'i görmemişti bile. Deniz sinirli bir şekilde Mete'ye yaklaşarak "Sen beni sürekli oyalıyorsun ve ben bıktım artık bundan."diyerek bağırdı. Mete "Sen beni ne sanıyorsun! Hiç bir şey umrumda değil. Bana değer vermiyorsun. Senin istediğin şey başka" diyerek cevap verdi. Deniz başını sallayarak "Öyle olsun!" dedi ve arkasını dönüp gitti. Mete oldukça üzülmüştü ve gözleri dolmuştu. Rıfat çok şaşırmış, ne yapacağını bilemez haldeydi. Mete'nin haline çok üzülüyordu.

Bir süre sonra Mete gözleri dolu şekilde ayağa kalktı ve bitap halde ormana doğru yürümeye başladı. Rıfat onu yalnız bırakmak istemeyip arkasından yürümeye başladı. Mete bir ağacın dibine oturmuştu. Rıfat da hemen Mete'nin yanına oturarak onu teselli etmeye çalışıyordu. Rıfat'ın sözleri Mete'yi sakinleştirmeyi başarmıştı. Fakat Rıfat ne yapsa da Mete aklına geldikçe hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Mete, Rıfat'ın kolları arasında omuzuna yaslı şekilde ağlıyordu. Rıfat belli etmese de içinde büyük bir sevinç vardı ve kalbi küt küt atıyordu. Mete'ye gördüğünden beri hiç bu kadar yakın olmamıştı. İç sesi konuştu birden Mete ağlarken "Bir kişinin en zayıf anı sevgilisinden ayrıldıktan sonraki anıdır". Rıfat iç sesiyle konuştu "Bunu yapamam! Bu haldeyken ona bunu yapamam. Şimdi olmaması onun için çok daha iyi olur" dedi ve Mete'ye döndü. Mete ağlamayı bırakmış Rıfat'ın omzunda gözleri dalmış şekilde düşünceli gözüküyordu. Rıfat "Mete! Yeter artık kendini üzdüğün. O sana göre biri değilmiş işte buna sevinmelisin. Çok daha geç olmadan baştan ayrılmanız sizin yararınıza oldu. Zira seni kullanmak isteyen birisinden ayrılmana üzülmemen gerekir. Sen daha iyilerine layıksın ve daha iyisini bulacağına eminim" dedi. Mete çatallı bir sesle, yarım ağız konuşarak "Ben onu gerçekten çok sevmiştim. Benim için farklıydı. Nereden bileyim böyle olacağını? Her gün geçtikçe bana daha çok yakınlaşıyordu ve onu tanımaya başlıyordum. Tamam anlıyorum, belki benlik değildi ama ne bileyim işte beni ona çeken bir şey vardı. Ama o bunu göremedi. Daha çok her gece birlikte olmayı istiyordu. Ben de bunun olmayacağını söylüyordum. Onu deniyordum, mesaj vermek istiyordum. Dün gece de artık son şansı oldu. Bu sefer çok ileri gitti. Ben de onunla birlikte olmak istiyordum ama henüz zamanı değildi." diyerek başını önüne eğmişti

Bütün gün Rıfat ve Mete ormanda dolaştılar. Gün batımını beraber izlemişlerdi. Gün batımını bitiren güneşin batması değil yağan yağmur olmuştu. Yağmur ıslatmıştı her tarafı. Rıfat ve Mete kamp alanına dönene kadar baya ıslanmışlardı ve hafif de bir rüzgar vardı. Kamp alanına vardıklarında yalnız adamdan havlu alıp kurulandılar. Yağmur durmuştu ancak gece her ihtimale karşı kamp alanının cafe tarafına geçtiler ve cafenin üstü kapalı bahçesine sığındılar diğer kampçılarla beraber. Rıfat yağan yağmurdan etkilenmişti ve öksürmeye başlamıştı. Rıfat çok çabuk hastalandığı için yağan yağmur onu etkilemişti. Rıfat'ın öksürüklerinden sonra Mete "Rıfat iyi misin? Kötü öksürmeye başladın." dedi. Rıfat "Yağmur yüzünden olmalı. Sanırım çadıra gidip kendimi ısıtsam iyi olacak. Zaten yarın son gün ertesi sabah dönüş yoluna koyuluruz. Abartılacak bir şeyim yok" dedi ve çadıra doğru yöneldi. Çadıra geçtikten sonra arkasında Mete Rıfat'ın yanına gelerek "Bu gece yalnız uyumak istemiyorum. Yanında uyuyabilir miyim Rıfat?" diye sordu. Rıfat şaşkınlığını gizleyerek "Tabii gelebilirsin" diyerek yanına çağırdı ve uzandı Mete Rıfat'ın yanına. Rıfat öksürmeye devam ediyordu. Neyse ki bir müddet sonra sustu ve uykuya daldı. O kadar yorgun hissediyordu ki kendini Mete'nin yanında olması, uyumasına engel olmadı.

Sabah ilk Rıfat kalkmıştı. Yanına baktı ve yüzünde bir gülümseme oluştu. Yanında Mete'nin uyuyor olması onu çok sevindirmişti. Mete'yi uyandırmadı Rıfat. Onu izlemeyi tercih etti. Yavaşça boynuna doğru eğildi Rıfat ve Mete'nin uyurken ki mırıltısını dinledi. Biraz daha eğildi boynuna doğru bu sefer Mete'nin kokusunu çekti içine. O kadar çok çekti ki içine nefesini, birden, kendine hakim olamadan öksürmeye başlamıştı ve Mete uyanmıştı öksürüğün sesine. Mete'nin ilk tepkisi "Rıfat! Neyin var? Hiç iyi gözükmüyorsun" şeklinde oldu. Rıfat bir süre öksürmekten cevap verememişti. Bir süre sonra öksürüğü dindi ve gülümseyerek "Günaydın" dedi Rıfat. Mete de kahkaha atarak "Sana da günaydın. Öksürmekten konuşamaz hale geldin. Yarın şehre gittiğimizde ilk yapmamız gereken şey hastaneye gitmek. Tamam mı?" dedi ve Rıfat onaylar şekilde baş salladı.

Mete düne nazaran daha iyi görünüyordu, Rıfat'la zaman geçirdikçe daha da iyi oluyordu. Kampın bu son gününde zamanlarını iyi değerlendirmişlerdi. Bugün Rıfat'ın tam da istediği gibi bir gün olmuştu. Hayalini kurduğu kamp günlüğü buydu. Mete'yle baş başa bir gün geçiriyordu ve hayatının en güzel gününü geçirdiğinden de emindi. Günün yorgunluğunu Mete'nin ağladığı ağacın dibinde son bulmuştu. Başbaşa ağacın dibinde güneşin batışını izliyorlardı. O kadar muhteşem bir görüntü vardı ki ikisi de sanki sarhoş olmuşlardı. Oldukları nokta kamp alanının en uç noktasıydı. Buradan daha ileri gidemezlerdi çünkü oturdukları yerden 5 metre sonrası uçurumdu. Doğanın yeşilliğini tam anlamıyla görebiliyorlardı. Güneş ufuktaki tepenin arkasından yavaş yavaş batıyordu. Hava hafif kızıldı. Rüzgar şiddetini biraz arttırmıştı. Uçurumdan, ufuktaki tepeye kadar olan orman, rüzgarın etkisiyle dalgalanan bir çarşaf gibiydi. Rüzgarın etkisi ağaçların yapraklarını çıngıraktan çıkan bir sesmiş gibi tüm doğaya yayılmasını sağlıyordu. Sararan yapraklardan bir çoğu rüzgara dayanamayıp kendini çekim kuvvetinin gücüne bırakıyordu. Güneşin kızıllığı ile sonbaharın sarısı önlerinde dans ediyordu. Bu sefer Rıfat, Mete'nin omzuna yaslamıştı başını. Rıfat öksürmeye devam ediyordu. Rıfat her öksürdüğünde Mete'nin içi gidiyordu. Aman Tanrım! Mete'ye daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı. Birden bire Rıfat'ın iç sesi devreye girdi "Hadi Rıfat neyi bekliyorsun daha? Sevdiğini söylemenin tam zamanı şimdi. Bırak şu gereksiz gururları. Aşkın bahanesi olmaz. Söyle artık!" Rıfat bir şey demedi. Biraz daha Mete'nin Omzunda dinlenmeye razıydı. Bugün onların kamptaki son günüydü.

Mete elinde bir şey hissetti. Bir yağmur tanesi... Yağmur başlamıştı yine. Bu sefer güneş tepenin ardından parıldamaya devam ediyordu. Mete Rıfat'a dönerek "Rıfat kalkalım istersen. Yağmur başladı. Öksürüklerinde arttı daha çok hastalanacaksın. Zatürre olacaksın. Sana bir şey olsun istemem." dedi. Rıfat son anlarının olduğunu düşünerek "Biraz daha kalalım lütfen Mete. Bu anın keyfini çıkartmak istiyorum" deyince Mete Rıfat'ı kırmadı. Rıfat, Mete'nin omzundan başını kaldırarak yüzüne baktı. "Mete sana söylemem gereken bir şey var." Şiddetli şekilde öksürerek ve cümleleri bölünerek "Mete ben... Şey!.. Ben seni ilk gördüğüm andan beri hoşlanıyorum. Fakat sana bunu söyleyemedim. Kampta söylemeyi planlıyordum. Biraz geç oldu. Seni Deniz'le görünce... Biliyorsun işte..." dedi. Mete çok şaşırmamıştı. Çünkü Deniz kamptan gittikten sonraki yakınlığını Mete hissetmişti. Mete işaret ve baş parmağıyla Rıfat'ın çenesinden tuttu, başını biraz daha kaldırdı. Gözleri daha yakındı birbirlerine. Göz göze bakışıyorlardı. İyice yakınlaşmışlardı. Rıfat arada öksürmek için yüzüne çeviriyordu. Dudakları birbirine daha da yakındı artık. İkisi de gözlerini hiç kırpmıyorlardı. Tam öpüşeceklerdi ki ikisi de birbirine sarıldılar. Kokularını çektiler ikiside. Ayrıldılar ve ilk cümle Rıfat'an gelmişti "Seni seviyorum." Mete "Ben de seni seviyorum." dedi ve Mete kollarını açtı, Rıfat'ı sarak oturmaya devam ettiler. Rıfat, Mete'nin kolları arasında başını omzuna yaslayarak bu güzel anın tadını çıkarıyordu. Mete Rıfat'ı izliyordu. Büyük bir sessizlik vardı doğanın çıkardığı sesler dışında. Yağmur ve rüzgar bu aşkı kutlarcasına inanılmaz bir senfoni gerçekleştiriyorlardı. İkisi de bu senfoniye dalmıştı.


Bir müddet sonra güneş gücünü tepenin ardından batıp gücünü yitirmeden önce gökkuşağı oluşmasına sebep olmuştu. Mete gökkuşağını görünce büyük bir heyecanla Rıfat'a dönerek "Rıfat! Rıfat bak Gökkuşağı. Gökkuşağı, aşkımızı karşılıyor galiba." dedi. Fakat Rıfat cevap vermemişti. Rıfat yağan yağmurun etkisiyle iyice hastalanmış ve kendini zatürrenin kollarına bırakmıştı. Mete ısrarla Rıfat'a doğru bakıp uyanmasını bekliyordu. Elleriyle yüzüne dokunup, başını sallayıp uyandırmaya çalışıyordu. Mete'nin gözünden yaşlar gelmeyi başlamıştı. "Rıfat!.. Ne olursun uyan. Cevap ver bana. Rıfat uyan!" artık her şey anlamsızdı. Mete ne yapacağını bilemiyordu. Hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Rıfat'ın başı dizindeydi. Elleri Rıfat'ın başında doğaya haykırıyordu. Artık her şey için çok geçti. Önce gökkuşağı kaybolmuştu. Sonrasında güneş tüm gücünü yitirmişti. Bağırışları yalnız adam duyup gelse de, hastaneye kaldırsalar da Rıfat'ı hiç bir şey kurtaramamıştı. Zavallı Rıfat... Aşkının daha ilk anlarında kaybolmuştu ya da Mete'yi ilk gördüğünden itibaren başlayan aşkı bitmişti. Olayların bu haddeye kadar gelip ölümüne neden olan şey neydi?  Mete'nin keyifli zaman geçirmek için Rıfat'tan kamp ayarlamasını istemesi mi, yoksa Rıfat'ın Mete'ye duyduğu aşktan baş başa güzel zaman geçirmek istemesi mi? Rıfat'ın Mete'ye aşkını ilan etmesi için kamp ayarlaması mı, yoksa baş başa olamadıkalrı için Rıfat'ın yalnız başına ağacın dibinde oturup dönüşte ıslanması mı?

Soruların da önemi yok artık. Geriye kalan dram sonsuza dek Mete'nin kalbinde büyük bir boşluk yaratacaktı. Mete o günden sonra Rıfat'ın her ölüm yıl dönümünde, oturdukları o ağacın olduğu yere gelir ve önce Rıfat için sonrasında gökkuşağı çıkması için dua ederdi. Kimi zaman gökkuşağı çıktığında Rıfat'ın kendisini gördüğüne ve yanağına bir öpücük kondurduğuna inanırdı. Mete Rıfat'ın ölümünden sonra hiç bir zaman aşık olamamıştı. Rıfatla bu kadar kısa zaman geçirmesine rağmen her gün fotoğrafına bakar aşkı daha da büyürdü. Mete aşkından hiç bir zaman sapmamıştı. Bir gün yine Rıfat'ın son nefesini verdiği o anda gökkuşağı belirmişti. Gökkuşına doya doya baktıktan sonra Mete uçurumun kenarına gelip kendini gökkuşağının kıllarına bırakmıştı... ve böylece bir aşk daha sone ermişti.

peki bunları kim anlatıyor?
Merhaba... Ben bu aşktan geriye kalan tek şey; iç ses...

4 Mart 2014 Salı

sahte yaşamlar, boşa giden zamanlar




Yalanlar üzerine kurulmuş, beğenilerin ön plana çıktığı istekler içerisinde mutlu yaşamazsınız. Ya beğendiğiniz elden kaçar ya da ya beğenileni beğenmemek. Gerçeklerin ardına sığınıp kaçmaktansa tek birinden medet ummak belkide daha huzurlusu olabiliyor bazen. Ama bezen o kadar uzun oluyor ki... Acı çekercesine, sebepsiz yere, hem de hiç durmadan kanınıza işleyebiliyor bu yalnızlık bazen. Fırsat gelmiyor değil. Bu karanlıktan çıkmak için olanaklar var ama dışarıya adımınızı attığınızda o kadar çok sahte şeyler var ki şaşırıp kalıveriyorsunuz işte orada.

Her gün bir günah daha yaratmak, acı çekmekten ötesi değil. Mutluluğu sürekli farklı bedenlerde aramak da... İşte yalanlar üzerine kurulan bu! Dakikalık zevklere satılan aşklar var. Bence intikam ruhuyla belki rahat hissetseniz de olmuyor be arkadaş! Hiç bir şey gerçeklerden çıkaramıyor sizi. Anlık unutuyorlar geçmişi. Peki bu anlık zevkler de geçmişte kalmadı mı artık? Daha kaç kere devam edecek anlamsızca. İnanın bana o aşk denilen şey, daha sizi bulsun ya da bulmasın, saniyelik zevklerle harcanacak kadar değersiz değil.

Yalnızlıktan çıkıp dışarıya adım attığımız da diyorduk... Evet sahte gülüşler, tatmin olmamış egolar, değer verilsin diye ucube bir ego için soyunmak ne kadar mantıklı? Evet yalnızlıktan çıkıp çocuğun emeklemesi gibi başlayan yolculuk koşar adımlarla devam ediyor ve artık yoruluyorsunuz. Geriye baktığınızda ise koca bir hiç... En iyisi çıkmasaymışım deniliyor sonunda. Sonra geri dönüyoruz yalnızlık denen o karanlık odaya. Burası size daha huzurlu geliyor. En azından özgürce hayal ediyorsunuz. O kadar maceralar, müzik, eğlence, bedenler ve daha fazlasına ne oldu? Ne mi oldu? ben söyleyeyim Aşkınızın kaldığı yerde. Belkide terk eden sevgilide, belki de aşkınızı hiç bilmeyen sevgilinizdedir. Aşkı başkasında yaşamayın. Başkasını unutmamışken, başkasıyla unutmaya çalışmayın. Ta ki onu unutturabilecek biri gelene kadar. Eninde sonunda o da unutulacak. Ama bu sefer kazanmış olacaksınız. Aşkınız sizden büyük değil!

6 Şubat 2014 Perşembe

Rıfat'ın Öyküsü 2



Suskunluk Deniz'in canını sıkmıştı. Rıfat içindekilerini dışa vurmak istemiyordu. Bu güzel planı berbat etmek istemiyordu. Aslında berbat edebilirdi. Çünkü buna hakkı vardı ve istese şu anda gitmekten vazgeçebilirdi. Söyleyemedikleri boğmaya başlıyordu artık Rıfat'ı. Bağırıp çağırmak, ona korkusuzca sevdiğinin yanında, Mete'ye aşık olduğunu söylemek istiyordu. Rıfat'ın anlamsız bakışları sırasında "Mete, sana söylemek istediğim bir kaç şey var. Ben bu planı yaparken tamamen senin hassasiyetine göre davrandım. Önce baş başa olacağımızı sanıyordum. Ama şimdi de bana hiç söylemeden ortak planımıza bir şeyler ekliyorsun. Ben daha farklı bir kamp hayal ediyordum" derken, Mete sözünü keserek "Nasıl yani? Anlamadım? Nasıl bir şey hayal ediyordun ki?" sorularla dolu cümleleriyle daha da zora sokuyordu işi. Rıfat sanki tüm enerjisini, heyecanını yitirmiş ve yorgun bir şekilde "Bak, Mete, şu an yeri değil ama, ben, şey... Bilmiyorum... Kafam çok karışık!" dedi. Mete şaşkın bir şekilde "Rıfat ne oluyor? Neyin var? Bir şey olmuşta söyleyemiyor gibisin?" diyerek Rıfat'ı anlamaya çalışıyordu ama ondan hoşlandığı aklının ucundan bile geçmiyordu. 

Deniz olayı anlar gibiydi ama olaya dahil olmayıp izlemeyi tercih etti. Rıfat Mete'nin gözlerinin içine bakarak tüm cesaretiyle "Mete, ben. Ben senden hoşlanıyorum." dedi. Dudakları titremeye gözleri dolmaya başladı. Kalbi heyecandan daha çok atması gerekirken yavaşlamaya başladı. Hayat durmuştu sanki. Bedenini kaldıramıyordu sanki. Üstündeki sırt çantası ona ağır gelmeye başlamıştı. Yükünü hafifletmek için yavaşça çantasını yere bıraktı. Mete ile arasında hafif esen meltem rüzgarı, bir de parlaklığını yitirmiş güneş ışığı vardı. Mete'ye sımsıkı sarılmak istiyordu. "Keşke sarılsa..." dedi içinden. "Her şeye rağmen şu an sadece beni istese. Bana aslında beni sevdiğini söylese. Hep birlikte olsak ve kocaman kucaklaşsak..." diye devam etti. Mete ile Deniz şaşkın bir şekilde birbirlerine bakarken Rıfat "Şaşırmana gerek yok. Ben senden ilk tanıştığımız andan beridir sana aşığım. Ama bunu sana bir türlü söyleyemedim. Bu kampta baş başayken sana her şeyi açıklamayı planlıyordum. Ama sen her şeyi mahvettin. Şimdi mutlu musun çocuk!?" dedi. Sonra her şey yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Garip bir şekilde gözleri flulaşmaya başladı. Bir şeyi göremiyordu.

Sonra çok uzaklardan gelirmişçesine sesler duymaya başladı. Ses git gide yaklaşıyordu. "Rıfat...Rıfat cevap versene." Rıfat birden silkindi. Bu iç sesiydi. "Rıfat aklından neler geçiriyorsun. Bırak şimdi onları da Mete'ye cevap versene" diye azarladı Rıfat'ı iç sesi. Mete sorusunu tekrarladı.
-Hadi gitmiyor muyuz? Çok heyecanlıyım ben.
-Evet artık yola koyulmamız lazım çok geç olmadan. Yolumuz biraz uzun 

Artık Rıfat kendine gelmişti. Yine her şeyi kalbine gömüp hiç bir şeyi yokmuş gibi davranıyordu. İçi ne kadar yansa da artık bir şey ifade etmiyordu başkaları için. Gözü Mete ve Denizden başka bir şeyi görmüyordu. Her hareketlerini belli etmeden izliyor ve kalbi daha çok acıyordu. "Neden bu kadar acı çekmene izin veriyorsun? Artık yeter?" dedi iç ses. "Başka çarem yok. Onlar yanımdayken bu imkansız. Görmüyor musun ne kadar güzel görünüyorlar. Ben kendimi onunla hayal ederken o artık başkasına ait. Kalbi onun için çarpıyor. Onun yanındayken ben önemsiz kalıyorum. Neyse daha konuşmaya gerek yok bence" deyip konuyu kapattı iç sesiyle.
Yola koyulmaya başlamışlardı. Kamp alanının bulunduğu ilçeye gidebilmek için aktarma merkezindelerdi. Tabii otobüs kampın olduğu yere kadar gitmiyordu. İlçe merkezinde inip yollarına yürüyerek devam edeceklerdi. Otobüse bindiler. Karşılıklı duran oturaklara bindiler. Mete ve deniz yan yana, Rıfat ise Mete'nin karşısına oturmuştu. Otobüs hareket etmeye başladı. Otobüs pek yoğun değildi. Sadece ön tarafta iki kişi daha vardı. Bunun rahatlığıyla Deniz ile Mete el ele tutuşmuşlardı. Rıfat her geçen dakika daha kötü oluyor ama bunu belli etmiyordu. Denize dikkatlice bakmaya başladı. Deniz'de bir şeyler seziyordu. Bir güvensizlik mevcuttu suratında. Bunun Mete'ye olan sevgisiyle alakası yoktu. Yan yana güzel dursalar da Deniz ona göre biri değildi. Bunu çok iyi sezebiliyordu. Deniz'in siyah düz kısa saçları vardı. Kaşları çatık duruyordu. Çakıl gözleri ve iri dudakları vardı. Sakalları şekillendirmişti bu ona oldukça yakışmıştı. Güneş gözlüğü başının tepesinde duruyordu. Takınca sexy bir erkek görünümü yaratıyordu. Tam Mete'ye göre maskülen biriydi. Ama yine de garip bir şeyler seziyordu ve elektrik alamamıştı.

Rıfat Mete'ye dönerek "Nasıl tanıştınız?" diye sordu. Heyecanla anlatmaya başladı Mete. "Onunla Facebook'ta tanıştık. Tabii gerçek hesaptan değil. Arkadaş önerilerinde görmüş beni eklemiş. Sonra konuştuk, tanıştık derken buluşmaya karar verdik. Geçen hafta cumartesi günü buluşmuştuk. Öğlenden geceye kadar beraberdik. Çok eğlendik Kendisi bana yemek ısmarlamıştı. Bende onu sinemaya götürdüm. Sonra sinemadan çıktık kahve içmek için Kahve Diyarına gittik. İşte ne olduysa ondan sonra oldu." Deniz araya girerek "Evet kahve içerken ondan hoşlandığımı belli etmeye başladım. Mete de olumlu bakınca daha ciddi konuşmaya başladık. Sonra Mete'ye kordonda yürüyelim mi? dedi o da kabul etti. Kordonda yürürken ona çıkma teklifi ettim." dedi ve anlatmaya Mete devam etti. "Çok romantik oldu. Onu bu yüzden çok seviyorum. Ben Kahve diyarından çıkarken bu gitmiş kalp şeklinde çikolata almış cebine saklamış. Sonra kordonda yürürken bana elimi açmamı söyledi. Sonra cebinden çıkarttığı çikolatayı benim elime koydu. Eli elime değdiğinde çok heyecanlıydım. Sonra gözlerime bakarak 'Benim bir kalbim var, onu sana veriyorum. Benimle birlikte bu eksik yanımı tamamlar mısın?' dedi bende tereddütsüzüz şekilde kabul ettim. Çok romantikti, hayatım boyunca unutamayacağım anlardan biriydi." diye sözlerini bitirdi. Rıfat iç çekerek "Evet, gerçekten romantik bir teklif olmuş. Ben olsam ben de kabul ederdim" dedi. "yalan söylüyorsun" diye haykırdı birden iç ses. Rıfat aldırış etmedi ve gülümsemeye devam etti. Deniz Rıfat'a teşekkür etti ve "Umarım en kısa zamanda sen de kalbine göre birini bulursun" dedi.

Artık son durağa gelmişlerdi. Rıfat Deniz'in son cümlesinden sonra çıldırıyordu kıskançlıktan ama belli etmiyordu. Otobüsten indiler ve kamp alanına doğru yola koyuldular. Kamp mesafesi yaklaşık bir saatlik uzaklıktaydı. Bu süre içerisinde doğanın güzelliği içerisinde kafası dağılmıştı Rıfat'ın  ufak tefek tepeleri aştılar, patika yoldan yürüdüler ve çeşitli bitkilerle karşılaştılar. Sohbet ederek yol çok çabuk geçmişti. Kahkahalar eşliğinde patikanın sonuna yaklaşmışlardı. Yolculuk beklediğinden iyi geçmişti Rıfat'ın. Birden düşündü. Bir de baş başa olsaydık neler olurdu?

Devam edecek...

28 Ocak 2014 Salı

Rıfat'ın Öyküsü

Sonbahar gelmişti. Yapraklar sararmış, tüm güçlerine rağmen meydan okuyamamış ve yer çekimine yenik düşmüşlerdi. Yaşlı bir bedenin çaresizce ölümü bekler gibi bir o kadar da heveslilerdi. Yeniden açmak, hayata yeniden renk katabilmek için.

Bu sabah Rıfat çok heyecanlıydı. Bütün gece kalbi olağan üstü atar halde uyumaya çalıştı ama nafile. Bedeni dinlense bile kalbi çok yorulmuştu. Heyecandan kendini alı veremiyordu. Kaşları kalemle çizilmişçesine kara, saçlarıysa gür ve dalgalı. Saçları ona farklı bir karizma sağlıyor. Gözleri yeşil, kirpikleri ise ahenkle dans ediyor. Bir çok kadın bu kirpiklere hasta oluyor, bazılarıysa kıskancından çıldırıyor. Elmacık kemikleri kırmızı. Nede olsa elma değil mi? kırmızı olmalı tabii.Çenesi hafif aşağıya doğru eğiliyor, sakalları ise çizgisel bir hizada karizmasını tamamlıyordu. Sakallarına hasta olan ayrı çocuklar vardı. Hatta ona aşık olanlar vardı.
Ama o bir çocuğu seviyordu. Sevdiğinden ise kimsenin haberi yoktu.

Heyecanlı oluşu hoşlandığı çocukla buluşacak olması. Bugün Rıfat için önemli bir gün. Yatağından kalkar kalkmaz pencere doğru yöneldi Rıfat. Perdeyi araladı yüzüne hafif bir ışık süzmesi yayıldı. Sakalları parlıyor,elmacık kemikleri güneşin etkisiyle daha kırmızı görünüyordu. Perdeyi aralamasıyla yüzünün yarısını kaplamış olan günün o ilk ışıkları dışarıdan bakıldığında kendisini hayran bırakacak nitelikteydi. Bir gözüyle perdenin aralanmış kısmından dışarıya baktı ve "Bugün ne güzel birgün. Her şey mükemmel olacağa benziyor" diye mırıldandı, derin bir nefes alarak iç geçirdi. 

Dışarıya bakıp havanın güzelliğinden emin olduktan sonra üstünü değiştirmek içim gardırobuna yöneldi. Gardırobunun bir kapısı baştan sona aynayla kaplıydı. Soyundu aynanın karşısında kendine hayran kalarak. Aslında kendine bu kadar hayran bir egoya sahip değil Rıfat. Sadece ona o kadar çok iltifat ediliyor ki bunu kabullenmişti. Çünkü Rıfat iç güzelliğe önem verenlerdendi. Ne kadar böyle olsa da, yakışıklı bir genç olmanın ona getirileri büyüktü. Sadece iç çamaşırı kalacak şekilde soyundu. Boxerının ona çok yakışmış olduğunu düşündü. Fiziği ise tam yerindeydi. En azından öyle düşünüyordu. 1.79 boyunda 70 kilo hafif kaslara sahip bir gençti nede olsa.

Üstünü giyindi artık hazırdı. Vücuduna yapışan kırmızı t-shirt ve buz mavisi kotuyla kampa gitmeye uygun haldeydi. Çantasını alıp evin merdivenlerinden aşağıya doğru indi. Tahta kokusu her sabah olduğu gibi yine ciğerlerine dolmuştu. O kadar heyecanlı şekilde indi ki merdivenlerin gıcırtısından kardeşi uyanmıştı. Henüz altı yaşında şirin bir erkek kardeşi vardı. Annesi ve babası standart orta halli gelirlere sahip ebeveynlerdi. Ailesi Rıfat'ın durumundan habersizdi. O eşcinselliğini bir süre daha saklama niyetindeydi. Nede olsa üniversiteyi yeni kazanmış bir gençti. Daha öğreneceği çok şey var.

Ayak üstü sütünü içip, krakerlerini yedikten sonra yola koyulmaya başladı. Heyecanı ve neşesi o kadar çoktu ki, bu yüzünden anlaşılıyordu. Sırıtmış şekilde evden çıkışı, beyaz dişlerinin görünmesine sebep oluyordu. Uzun zamandır evin o kapısından o halde çıkmamıştı Rıfat. Çantası sırtında izmir sokaklarında yürümeye başladı. En yakın otobüs durağına geldi ve beklemeye başladı. 

Bir anda iç sesi yine Rıfat'la konuşmaya başladı. Rıfat'ın kendisiyle konuşan bir sesi vardı. Başka kimsenin duymadığı, sadece onla anlaşabildiği bir ses, bir fısıltı, bir arkadaş, bir dost... "Sonunda" dedi iç ses. Rıfat "Evet bugün benim için önemli bir gün. İlk defa hoşlandığım bir çocukla baş başa kamp yapacağım. Umarım kamp düşündüğüm gibi geçer. Umarım cesaretli davranırım." dedi ve şöyle devam etti: Ağzını bükerek, tedirgin bir halde "Bana bu konuda lütfen yardımcı ol, yalvarırım, ne olursun!" dedi içinden. İç sesi ise "Ben senin her zaman yanındayım. Ben, senin içindeki senim." diye cevap verdi iç ses.

Konakta buluşacaklardı hoşlandığı çocukla. Saat 8:30 Rıfat iyice heyecanlanmaya başlamıştı. Çünkü buluşma saati gelmişti. Gözleri deli gibi onu arıyor, bir sağa bir sola, bakınıp duruyordu. Hâlbuki onun geleceği yönü biliyordu. Geleceği yöne bakması yeterliydi. 10 dakika geçti hâlâ gelen yoktu. "Bekle, sabırlı ol biraz Rıfat." dedi iç ses. Rıfat aldırmadı. Tedirgin davranışları onu konak meydanında annesini kaybetmiş korkmuş bir çocuğun saflığını vermişti. Oysa hoşlandığı çocuk Mete dakik bir çocuktu. Ne beklemeyi ne de bekletilmeyi severdi. Hay Allah heyecandan telefonunu unutmuştu. Hemen bir mesaj gönderdi. "Günaydın Mete. Ben konaktayım seni bekliyorum. Neredesin?" diye. Heyecanla elleri hafif titreyerek gelen mesajı okudu; "Günaydın Rıfat. 5 dakikaya oradayız. Geliyoruz." Geliyoruuzzz... Geliyoruz derken? Rıfat'ın kafasında sorular oluşmaya başladı. Yanlış yazdığını düşündü bir an. İç sesi hiç geçmeden "Yoksa gereksiz bir misafirimiz mi var?" dedi. Rıfat başını öne eğdi sustu. "Bu bir şeyi değiştirmez Rıfat. Altı üstü bir arkadaş daha geliyor." dedi iç ses. Yine cevap vermedi Rıfat. Banka oturmuş kara kara düşünüyordu. Zaten pek cesaretli biri değil, bir arkadaşının yanında Mete'ye aşık olduğunu nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. "Hadi yapma ama Rıfat" dedi iç ses ve başını kaldırdı Rıfat. Onu görmüştü, öylece dona kaldı.

Dünya durmuştu. Her şey yavaşlamaya başlamıştı Rıfat için. Her yer flu bir şekilde görünürken gözleri sadece Mete'yi net bir şekilde seçebiliyordu. Rüzgarın tenini okşadığını hissediyordu. Dalgaların sesi bir seremoni gibi... Kuşlar ise Mete'nin önünden kaçışıyorlardı. Kanat sesleri kulağına kadar geliyordu. Kuşların ağır ağır betondan ayrılışını ve kanat çırpışlarını hissedebiliyordu. Aman Allah'ım, yine o gülüş! Mete'nin, Rıfat'ın kendisine hayran bıraktığı bir gülüş vardı. Üst dudak düz ve sabit, alt dudak ise tam ortasından aşağı doğru hafifçe bükülüyordu. Ters üçgeni andıran gülüşünü görünce dayanamıyordu Rıfat, bir öpücük kondurası geliyordu. Ama bu kendisi için sadece hayalden ibaretti. Daha da yaklaştı Mete ve elini uzattı Rıfat'a. Arkasından bir çocuk daha. Şok olmuştu Rıfat. Düşündüğü aklına gelmişti. İçinde fırtınalar koparken, bunu dışarıya hiç belli etmiyordu. Olamaz! Bu olamaz! Olamamalı. Hayal ettiği bu değildi. Üstelik Mete'nin arkadaşı oldukça yakışıklıydı da. Mete'yle o çocuk hakkındaki ihtimalleri düşünmeye başladı. İç ses olaya müdahale ederek "Rıfat kendine gel! Yeri mi şimdi? Kendine gel!" dedi ve Rıfat'ta Mete'ye elini uzattı.

"Merhaba Rıfat." dedi Mete. Aynı şekilde cevap verdi Rıfat, ama oldukça tedirgin bir halde "Mer...Merhaba Mete."
-Nasılsın?
Rıfat yine tedirgin bir şekilde
-İyi... İyiyim sen?
-Bende iyiyim Rıfatçım. Tanıştırayım bu Deniz.
Deniz
-Merhaba Rıfat. Tanıştığıma memnun oldum.
-Bende memnun oldum. dedi Rıfat.

Anlamsızca Mete'nin gözlerine bakarak bir şeyleri ima etmeye çalışıyordu Rıfat. Gözlerinden anlaşılıyordu. O kadar süredir bu planı yaparken hassasiyetle tamamen Mete odaklı bir plan yapmıştı Rıfat. Sadece aşk yönü olarak değil. Mete'nin uygun olduğu bir zamanda, onun sevebileceği bir kamp alanına, kendini iyi hissedebileceği bir yer seçilmişti. Her şey Mete'nin zevkine göre ayarlamıştı Rıfat. Çünkü onun sevdiği şekilde bir kamp geçirmek istiyordu. Rıfat'ın ise tek istediği şey sadece onunla beraber olabilmekti.

Devam edecek...