8 Aralık 2014 Pazartesi

Hornet ve eşcinsel birey

Adından da tahmin edebileceğiniz üzere Hornet ve içindeki o bambaşka dünyadan bahsetmek istiyorum. Bambaşka dünya diyorum; çünkü gerçekten de öyle. Başla bir gezegenden geyler kullanıyor sanki bu hornet'i. Tabii bu sözüm herkes için değil. Bizim dünyamızdan kullanan 'insanlar' da var.

Hornet çok garip bir uygulama. Uygulamanın amacı 'Gey Sosyal Ağı' aslında program da ki Gay(TDK'ye göre artık 'gey') bizim sadece erkek eşcinseller için kullandığımız anlamdaki gey değil. Tamamı ile 'Eşcinsel Sosyal Ağı' yani programa bakış açımızı baştan kaybediyoruz :)

Peki bu uygulama bizlere ne vaat ediyor? İşte burada bazılarının devreler yanı veriyor. Aslında basit; çevrenizdeki geylerle sohbet ve buluşma imkanı sağlayan bir uygulama. Buradaki sohbet ve özellikle 'buluşma'daki kasıt farklı olunca haliyle uygulamanın pek suçu yok gibi. Sohbet ve buluşma yazısını okurken beyni yerine farklı yerleriyle düşünenler olduğu için uygulama da çığrından çıkıyor ve bazen lanet bir hale gelebiliyor. 

Hani her seferinde LGBT hakkında mücadeleci tavır vardır ya içimizde, her LGBT bireyinin doğal bir duruşu vardır. Çünkü toplumun ön yargılarıyla mücadele etmek ve var olan yaşama hakkını elde etmek hepimizin görevi. İşte bu düşünceye ve mücadele hırsına sahip olmamıza rağmen şu hornet'te ne varsa birden kaybolu veriyor. Hep bir söz vardır; Cinsel açlığın Afrika'sıdır Türkiye! diye. İşte tek bir cümleyle açıklanıyor sanırım.

Peki nerede yanlış yapıyoruz? Aslında yapılan yanlış cinsel güdülerin bastırılamayıp, libido ile birlikte bazı şeylerin önüne geçememe. Bunun yanında aşk mı yoksa sex mi arıyorsun? paradoksu da var. Aşkı sex ile karıştırdıkları için bu çıkmazın içinde 'aşk yaşayamıyorum bari libidomu dindireyim' diyerek işin içinden sıyrılıveriyor kullanıcımız. Hal bu olunca hornet de fuhuş uygulamasına dönüyor.

Saygısızca davranmalar, küçümsemeler, ön yargılardan sıkılmış bireylerin ön yargılara sahip olması, hep 'ben' içi güdüsüyle tavan yapan ego, ve erotik fotoğraflar vs ile kendini tatmin etme.

Bizim bütün dünyamız bu mu? Dünyadaki heteroseksizm ile uğraşırken neden biz, bize yakışanı yapamıyoruz? Her şeyin üstesinden gelmek için mücadele eden LGBT neden bununla mücadele edemiyor? 

'İşte biz buyuz' demek istemiyorum ama görünen köy kılavuz istemiyor. Artık önce kendimize dönüp bir bakmamız gerekiyor. Önce şu heteroseksizm tavırlardan kurtulmamız gerekiyor. Sonra neden bizler de doğru dürüst aşk yaşayamıyoruz diye sormayız.

Önce insanca düşünmek... Sonra hornet!

8 Kasım 2014 Cumartesi

iki yabancı

Geçen hafta sıradan insanlar için sıradan fakat aşık insanlar için inanılmaz bir olay yaşadım. Hoşlandığım çocuğun izmir'e geleceğini daha önceki yazılarımda yazmıştım. İzmir'e okumaya geldi ve haliyle bir çok öğrenci gibi o da izmir'e hayran kaldı. Neyse... Yaşadığım olaya gelirsek şu şekilde oldu:

Dünya küçük... Kendisi Ege Üniversite'sinde okumamasına rağmen kampüse uğramaya başlamıştı. Swarm sağ olsun :) İşe gittiğim günlerden biriydi. Düzenli bir iş değil bu. Bir tekstil firmasında yoğun iş olduğu zaman yardımcı eleman olarak günübirlik olarak gidiyorum bu işe. Cuma günüydü ve erken kalkıp işe gittim. Öğle arasında iş yerinden izin alıp okula gittim. Çünkü yemekhaneden kartıma dolum yaptırmalıydım yoksa bütün hafta aç kalırdım o.o Bunun için benimle beraber çalışmaya gelen arkadaşımla üniversitenin yolunu tuttuk. Tabii o sıralar bana swarm'dan bildirimler geliyor. Bir de ne göreyim çocuk Ege Üniversitesi Kampüsü'nde check-in yapmış. Yemekhane sırasındayken aklımda deli sorular... Nerededir acaba, bana yakın mıdır, bu tarafta mı yoksa üniversite hastanesi taraflarında mı? diye düşünürken başımı sola doğru çevirdim. Bu sırada bunları düşünürken arkadaşımla konuşuyoruz tabii.

Bir anda dünyam durmuştu. Gerçekten durdu. Arkadaşımın dediklerini anlamıyordum. hiç bir şey duyamıyordum. Dünya benim için o an gerçekten durdu. Kalbim küt küt atmaya başladı. Tanrım didim :) bu gerçek olamaz ya... Nasıl olmasın ki; üniversite küçücük yer. Oysa en büyük kampüse sahip üniversitelerden birisi Ege Üniversitesi. 

Gözlerine baktım hemen geri çektim. Korktum... Garip bir şekilde beni görmemesini istedim o an. İç güdülerim bana bunu emrediyordu ve öyle de oldu. Yanımda duran arkadaşımın arkasındaydım. Aramızda o vardı. Tekrar gözlerine baktım. Göz göze gelecekken tekrar saklandım gözlerimi çevirdim. Bir metre ötemdeydi. Adı ağzımdan çıksa duyacaktı. O beni gördü mü, fark etti mi hala cevabını beklediğim sorular ama elimden gelen, o an hiç bir şey yapmamak oldu. Çok yakındı... Yanında iki kişi daha vardı. Birini tanıyordum bizim gey cemaatinden :) Ama hiç konuşmuşluğum yok. Belki hornetten görmüşümdür. 

Yanındakilerle konuşuyordu. Mizacı mı bilmiyorum ama bitkin bir hali vardı. Gözlerimi kaçıra kaçıra ancak o kadarını anlayabildim. Ama gözleri çok güzel. Fotoğraflarındakinden çok daha güzel. İçimi yakıyordu ama bu kadar yakınken birbirimizi hiç tanımıyormuş gibi davranmak. Kalbim hala hızlı atıyor, ne yapacağımı bilmiyordum. Masmavi gözlerine bir bakış daha ve tekrar kaçış. İşte buradaki vakti de doldu. Gitme vakti. Yavaş yavaş uzaklaşmasını seyrettim. Artık rahat rahat bakabiliyordum. Arkadaşım anlamasın diye arada dönüyordum tabii. Ama her baktığımda biraz daha uzaklaşıyordu. Sonra metroya doğru yöneldi ve gözden kayboldu. İçimden defalarca lanet olsun... lanet olsun diye söyleniyordum. küfür etmiyordum sadece lanet olsun :)

O anı hiç unutmayacağım galiba. Zira gece rüyamda görmem bilinç altımın oyunu değil, resmen hissettiklerim.

14 Eylül 2014 Pazar

uzakta bir yerde

uzaklarda kimselerin bilmediği bir yerde denizin maviliğinde ve ağaçların yeşilinde dinlenmek istiyorum. yorgunluğumdan değil, uykum geldiğinde de değil. sadece bana iğrenç gelen şeylerden kaçmak için. yaprakların kırdığı güneş ışığını yüzümde hissetmek istiyorum. denizin esintisiyle sarhoş olmak istiyorum. güneş batarken sıcaklığını yerine soğuk ve üşütücü havaya bırakırken küçük bir ateşin yanında ısınmak istiyorum. dalgaların sesiyle yıldızları izlemeyi ve öylece dalıp uyumayı istiyorum.



Lüks bir araba istemiyorum. bana yılları harcamış ve içinde tarih kokan bir vosvos gerek. Çıkardığı yorgun motor sesiyle yolları yavaş yavaş gitmek istiyorum. sindire sindire doğayı seyretmek istiyorum açıp pencerelerden. hız ve ya abartılmış bir egzoz sesiyle değil de vosvosun alev kırmızısıyla dikkat çekmek istiyorum. gürültülü ses falan da istemiyorum küçük teypten çıkan müziği işitmek istiyorum. ben duyayım yeter. başkası dinlediğim müziğin abartılı bas sesini neden duymak istesin ki. zaten dinlediğim müziklerde de abartılı bas olacağını zannetmiyorum.

Yanımda tabii ki sevgilim olsun isterim. ben vosvosu sürerken 'neden daha iyi bir arabada yolculuk etmiyoruz' tartışmasını da yapmak istiyorum. Tartışmayı bitirmek için müziğin sesini biraz açmak istiyorum. sonra müziğin tıngırtısıyla uyuyan sevgiliyi seyretmek istiyorum. tabii yoldayken değil :) belkide yaz ayı olduğu için uyurken terler biraz alnındaki terleri siler bir öpücük kondururum.

Belki yine deniz kenarında kamp kurulur. bu sefer sevgiliyle. belki... yalnız ve sakin küçük bir koy olsun ve sadece bizim çadırımız olsun. belki önce koyu keşfederiz. sonra yiyecek bir şeyler ayarlayıp ateş yakarız. denize girer yalnızlığın keyfine varırız. sonra akşam olana kadar sohbet belki de kitap molası... sonra el ele tutuşup yıldızları seyrederiz. belki yıldızlara isim koyarız. sonra o yine benden önce uyur başını omzuma alırım nefesini dinlerim biraz sonra bu nefes ritminde bende uykuya dalarım.

13 Eylül 2014 Cumartesi

hayal ederken yalnızsın


( müzik eşliğinde dinleyebilirsiniz )

günün birinde yine 
yalnızlıklarla kadeh kaldırmanın eşiğindeyken, 
birden karşına çıkıp 
onun geleceğini hayal edebilirsin. 
seni umursayıp umursamayacağını
umursamayabilirsin. 
çünkü hayal ederken 
aslında yalnızca sen varsın. 
ve hissettiklerin...
yalnızlığını sindiremeyebilir. 
ağlayabilirsin... 
acıkmış bir bebeğin 
annesine attığı çığlık gibi 
ve ya bir çocuğun 
düştükten sonra 
dizlerini yaralamasıyla duyduğu acıdan ağlaması...
belki de 
oyuncağı kırılan çocuğun ağlamasıdır. 
ağlayabilirsin işte...
 Zaman... 
değişir... 
büyürsün 
göz yaşları aynı 
fakat ağlamaya değer bulduğun olgular 
farklı...

10 Temmuz 2014 Perşembe

Seni kimler aldı

Bu aralar toplumsal mesaj vermek yerine hep çıkmazın içinde olan kalbime söz geçirmeye çalışıyorum. Aklımdan geçenleri eyleme geçirmek istemem otokontrol ile dursa da elimden gelen sadece bu. Aklımdan geçenleri mi demişim? Pardon kalbimden demek isteyecektim. Yazmak çok hoşuma gidiyor bu aralar. Özgür hissettiriyor bana. Sıcaktan bunalmış bedenimden damla damla ter dökülürken yazmaya engel olabilecek ne olabilir ki diyorum; sonra devam ediyorum yazmaya.

Paylaşmanın bende vermiş olduğu mutluluğu yaşayabiliyorum bir nebze de olsa. Derdini yazmak mutluluk olmuş düşünsenize. Keşke mutlu olsam da aşık olduğum çocukla, sizlerle yazımı öyle paylaşsam diyorum. elimden gelen bir şey yok ama. Aklıma zamansız gelişleri ruh halime yansıyor. Başkasıyla olan mutluluğu ben de melankoli yaratıyor. 

Neyse diyorum sonra geçiyorum. Sokakta el ele tutuşanları görüyorum sonra yine aklıma geliyor. Facebook, twitter, whatsapp... Birde şunlar olamasa o zaman ne yapardım diye düşünüyorum. Belki arada sırada halini hatırını soruyor olabilirim. Hatta sevgilinle nasıl gidiyor diye soruyorum bazen. Mutluymuş :) umarım mutluluğu daim olur. Hiç bir zaman bana karşılık vermediği için ona kin duymadım. Ama üzülüyorum tabii ki. Onun mutlu olması benim üzüntüm olsa da teselli etmiyor değil bazen beni. Çünkü onun gibi iyi kalpli birisi hakkediyor mutlu olmayı. 

Şimdi soracaksınız bana "peki neden üzülüyorsun o zaman?" diye. Bende Nazım Hikmet'in dizeleriyle cevap vermek isterim:

"Hani derler ya, ben sensiz yaşayamam, diye. Ben onlardan değilim. Ben sensiz de yaşarım; ama seninle bir başka yaşarım."

İşte tam da bunu yaşıyorum bu aralar. Bir de başkasına ait oluşu var tabii. Başkası elini tutup, kokusunu çekiyor içine. Gözlerine bakıyor, belki de dudaklarının tadına bakıyor. Onunlar film izleyip, belki de yürüyüşe çıkıyorlardır film bittikten sonra. Şu an yaz ama belki de yağmurun altında yürüyecekler birlikte. Yemek yeyip, mum ışığında geçireceklerdir belki de. Sonra sarılıp uyuyacaklardır. Sabah öperek uyandırılacaktır. Aklımdan bunlar geçerken hep şu şarkıyı dinlerim tabii:

28 Haziran 2014 Cumartesi

bir garip his!

Bitmesini istemediğiniz şeylerin bitmesini istediniz mi hiç? Ben istedim. Artık bunaltacak derecesine geldiğinizde ve gücünüz kalmadıysa ve ya dokunsalar ağlayacak haldeyseniz bitsin istersiniz. Ne kadar sevdiğin, sevilmediğin, ona olan merakın, başkasına ait oluşu… Düşünmeden ötesine geçtiği zaman ve kendine zarar verme derecesine kadar geldiyse bitsin diyorsunuz işte. Öyle fiziksel zarardan bahsetmiyorum. Saçma! Daha büyük bir zarardan bahsediyorum. Bütün gün ne yapsanız aklınızdan çıkmayan şeylerden kurtulmak istediğiniz şeylerin zararından bahsediyorum.

Üst üste yaşanan olaylar bu haddeye getirebilir. Evet, onun bir sözüyle mutlu olacağınız anlar olması gerekirken, çaresiz bekleyiş içerisinde olmak bunaltıyor insanı.
Hayatımda ikinci kez yaşıyorum diyebilirim. Her seferinde aşka yenilmenin bıkkınlığı da var bunda. Evet, bir kez daha yenildim aşka. Yine bir şekilde olmadı lanet olası. Büyük hassasiyet gösterdiğiniz, hoşlandığınız çocuğun gözleriniz önünde başkasına gitmesinden bahsediyorum. Gittiği halde ona bir şeyler yazmaya çalışmak, yazarken ise acaba hissinin yaratılması, insanın canını sıkan. Hoşlandığınızı açıklıyorsunuz. Tamam, o sizden hoşlanmayabilir ama olmuyor işte arkadaş! Ama başkasına gitmesinin yaratmış olduğu etki, tepkiyi de doğuruyor haliyle.

Hissedebiliyorum! Ona, onun sevdiği çocuktan daha değer verdiğime eminim. Bunda cidden eminim. Çünkü ne kadar aşık olduğunuzu, sevdiğinizi ve onu koruma duygusu taşıdığınızı bir tek yaşayanlar hissedebilir. Kanıtlayabilirim! Benim ona duyduğum hissi fark etmiş olsa beni seçerdi. İşte bu yüzden eminim.
İzmir'e de gelecek, bundan da eminim. Ama düşlediğim olmayacak bu da kesin. Düşlerde kalıyor biliyorum. Ama elimde değil ne yapayım.

Benim ne durumda olduğumu biliyor. Bana sevgilisi olduğunu açıkladığında neler hissedebileceğimi de! Onu sıkmadığımı biliyorum ama en azından bir kez mesaj atsa gerçekten dünyalar benim olurdu. Sevgilisinden mesaj beklerken benim ona mesaj atıp mutluluğuna ortak olmam ve ya derdini paylaşmam ona verdiğim değeri gösteriyor. Ama inatla işler hep ters gidiyor.

İşte bu yüzdendir ki; kalbiniz de bir sancı bir ağrı giriveriyor. Çok değişik bir duygu… Aslında sadece kalpte değil tüm göğsünüzde hissedebiliyorsunuz. Anlatılmaz bir hissi var.


Hani derler ya âşık olunca da böyle garip hisler duyulur. Aşık olup birlikte olmakta, aşık olup ayrı olmakta aynı hismiş; hepsi aşkın içindeymiş!

22 Nisan 2014 Salı

Rıfat'ın Öyküsü 3 / Son Bölüm


Patika yolu aştıktan sonra kamp alanına varmışlardı. Kamp sezonu kapanmıştı. Sonbaharın yaprakları sarartan tutkusu kamp alanını her zamankinden daha farklı kılmıştı. Bu şahane zamanı yakalamak isteyen bir kaç kişiden bir de kamp alanını işleten yalnız adamdan başka kimse yoktu. Elli yaşlarında, yalnız bir adamdı bu. Eşini ve iki çocuğunu trafik kazasında kaybetmiş ve o kazadan sonra hayata küsen, karavanda yaşamını sürdüren yalnız bir adam. Kendini kitaplarına ve bu kamp alanının güzelliklerine adamış adamın haftada bir ve ya iki ziyaretçisi gelir, ihtiyaçlarını getirir, adamla saatlerce belki de günlerce keyifli zamanlar geçirir sonra giderlerdi.

Rıfat kamp alanını görünce sanki ilk defa geliyormuşçasına heyecanlıydı. Gözleriyle etrafı süzüyor sanki doğanın gizli bir sırrı varmış da onu bulmaya çalışıyordu. Mete ve Deniz ele ele tutuşmuş böyle bir güzelliği ilk defa görmenin tadını çıkarıyordu. Çocuklar kamp alanından içeriye doğru girmeye başladılar. Onları yalnız adam karşılamıştı. Tanıştıktan sonra yalnız adam Rıfat'a çadırlarını kurabilecek yerleri göstermişti ve karavanına gitmişti.

Kamp çadırlarını kurmuşlardı. Rıfat baktığında sadece kurulu iki çadır görebiliyordu önünde. İç ses "Ne bekliyorsun ki? Ayrı çadırlarda uyumasını mı? Rıfat iç geçirdi "Sus artık!" diye bağırmıştı birden bire. Mete ve Deniz birden Rıfat'a doğru dönerek şaşkınlıkla bakmışlardı. Mete "İyi misin Rıfat? Sanırım seni hava çarptı. Soldan soldan geliyorlar herhalde" diyerek gülümsemişti. Deniz ise kahkaha atarak "Korkuttun bizi Rıfat" diyerek alaycı bir tavırla Rıfat'a bakıyordu. Rıfat bozulduğunu belli etmeden "Başım ağrıyor ve sürekli kulağım çınlıyor" dedi. Mete "Kaç saattir ayaktayız belki bu yüzden olmuştur. Biraz dinlensek iyi olacak" dedi ve Rıfat, Mete'yi onayladı. Mete denizle birlikte çadıra girdiler. Rıfat içten içe eriyordu. Az önce yalandan söyledi baş ağrısı şimdi gerçekten başlıyordu. Mete ve Deniz kamp çadırlarında uyurken Rıfat bir ağacın dibine yaslanarak oturmuş gökyüzünü izliyordu. 

Gökyüzü... Yeşil yaprakların, dallarına sımsıkı tutulduğu ve güneşin her ışığını kırarak yere indirdiği o an... Kırılan ışık süzmeleri buğulu orman havasında Rıfat'ın yüzüne yansıyordu. Beyaz teninde ışık kaybolan gücünü kazanarak tekrar parlıyordu. Dans edercesine bir edayla göz bebekleri oynuyordu ışıkla. Işığın, yeşilin, havanın ve bu üçgen içerisinde, doğadaki şanslı canlıların fısıltıları eşliğinde, düşünüyordu sadece Rıfat. Ne içsesi, ne Mete, ne de Deniz. Şu an sadece kendisi vardı. Fakat birileri ona bir şey anlatmaya çalışıyordu. Rüzgar tenini okşuyor kulaklarına fısıldıyordu. Evet hissetti! Doğa ana bu. Belki de tabiat ana dersiniz. Ama duymak esastı Rıfat için. Aklından geçirdiklerini rüzgar sanki ona fısıldıyordu. Şimdi artık yalnız değildi. Mete'yi düşündü. Rüzgar kulaklarının arkasından hafifçe çarparak "seni seviyor." diye fısıldadı. Gereksiz yere bir gülümseme oldu Rıfat'ın yüzünde. Hayali bile o kadar güzeldi ki... Bugün Rıfat doğa ana'nın kendisine sunduğu fırsatları başarılı şekilde gerçekleştirmişti. Hayal etmeye devam etti. Güneş ışınlarının hafifçe ısıttığı yüzünü sol omzuna doğru çevirdi. Başını omuzuna yaslamıştı Mete. Gitmesine korktuğundan yüzünü hiç çevirmedi. İçses "Korkma, bu senin hayalin. İstediğin kadar görebilirsin." dedi. Rıfat fısıltıyla "Tabii ki... Çünkü elimde olan sadece hayal etmek kaldı. Hayalimde ki aşk hiç bitmedi ki?"

Güneş batmaya yakındı. Rıfat ayağa kalktı ve çadırların olduğu yere doğru dönmek için yürümeye başladı. Hemen vardı. Çadırlar çok uzakta değildi. Mete ve Deniz ateş yakmış etrafında oturmuş bir şeyler konuşuyordu. Rıfat'ı görünce birden susmuşlardı. Mete "Nerelerdeydin Rıfat? Biz de uzanalım biraz dedik ama uyumuşuz." dedi. "Bir ağacın altına oturup seni düşünüyordum." diyebilmeyi çok istedi Rıfat ama "Bir ağacın altında oturup doğayı dinledim. Hem baş ağrıma da iyi geldi." dedi ve Deniz "Vay! Bizi de uyandırsaydın keşke. Umarım sıkılmamışsındır." diye ekledi. 

Çocuklar ellerindeki malzemelerle yemek yaptılar ve yediler. Sohbetler, oyunlar, şakalaşmalar... Hepsi keyifli vakit geçiriyordu. Rıfat içten içe üzülse de Mete ile birlikte En sevdiği kamp alanında olmaktan oldukça mutluydu. Geceye doğru karavanında sıkılan yalnız adam kamp alanındaki kampçıları tek tek ziyaret ediyor, hem ihtiyaçlarını soruyor hem de sohbetlerine eşlik ediyordu. Çocukların yanına geldiğinde Mete biraz korksa da yalnız adama çabuk alışmıştı. Yalnız adam çocuklara neden burada yaşadığını ve hayatını anlattı. Uzun sohbetten sonra karavanına dönüp yattı yalnız adam. Çocukların da uykusu gelmişti. Sabah erken saatte uyanmak için anlaştılar ve uyudular. Rıfat çadırda ters uyumayı tercih etti. Çünkü çadırın giriş yerinde sadece başı açık kalacak şekilde yıldızları seyrederek uyumak istiyordu ve yıldızları seyrederek uykuya daldı.

Sabahın ilk ışıklarıyla uyandı Rıfat. Hayatında uyuduğu en güzel uykulardan biriydi. Ama kalktığında çadırın içindeydi. Gece havanın soğumasıyla birlikte uyku sersemliğiyle çadırın içine geçmişti. Çadırdan çıktı ve günün ilk aydın anlarının keyfini çıkardı ve sönen ateşi tekrar canlandırdı. Mete'nin çadırından fısıltılar gelmeye başlamıştı. Mete ve Deniz uyanmışlardı. Fakat ters giden bir şeyler vardı. Fısıltılar yerini bağırışlara bırakmıştı. Mete sinirli bir halde çadırdan çıkmıştı. "Günaydın" diyerek Rıfat'ın yanına oturmuştu Mete. Rıfat "Ne oldu, ters giden bir şeyler mi var?" dedi. Mete "Daha sonra anlatsam Rıfat." diyerek konuyu kapattı ve Rıfat da cevap vermedi. Fakat Deniz'in Meteyi üzmesi Rıfat'ın da sinirini bozmuştu.

Deniz çantasını toplamış çadırdan somurtkan halde çıkmıştı. Mete, Deniz'i görmemişti bile. Deniz sinirli bir şekilde Mete'ye yaklaşarak "Sen beni sürekli oyalıyorsun ve ben bıktım artık bundan."diyerek bağırdı. Mete "Sen beni ne sanıyorsun! Hiç bir şey umrumda değil. Bana değer vermiyorsun. Senin istediğin şey başka" diyerek cevap verdi. Deniz başını sallayarak "Öyle olsun!" dedi ve arkasını dönüp gitti. Mete oldukça üzülmüştü ve gözleri dolmuştu. Rıfat çok şaşırmış, ne yapacağını bilemez haldeydi. Mete'nin haline çok üzülüyordu.

Bir süre sonra Mete gözleri dolu şekilde ayağa kalktı ve bitap halde ormana doğru yürümeye başladı. Rıfat onu yalnız bırakmak istemeyip arkasından yürümeye başladı. Mete bir ağacın dibine oturmuştu. Rıfat da hemen Mete'nin yanına oturarak onu teselli etmeye çalışıyordu. Rıfat'ın sözleri Mete'yi sakinleştirmeyi başarmıştı. Fakat Rıfat ne yapsa da Mete aklına geldikçe hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Mete, Rıfat'ın kolları arasında omuzuna yaslı şekilde ağlıyordu. Rıfat belli etmese de içinde büyük bir sevinç vardı ve kalbi küt küt atıyordu. Mete'ye gördüğünden beri hiç bu kadar yakın olmamıştı. İç sesi konuştu birden Mete ağlarken "Bir kişinin en zayıf anı sevgilisinden ayrıldıktan sonraki anıdır". Rıfat iç sesiyle konuştu "Bunu yapamam! Bu haldeyken ona bunu yapamam. Şimdi olmaması onun için çok daha iyi olur" dedi ve Mete'ye döndü. Mete ağlamayı bırakmış Rıfat'ın omzunda gözleri dalmış şekilde düşünceli gözüküyordu. Rıfat "Mete! Yeter artık kendini üzdüğün. O sana göre biri değilmiş işte buna sevinmelisin. Çok daha geç olmadan baştan ayrılmanız sizin yararınıza oldu. Zira seni kullanmak isteyen birisinden ayrılmana üzülmemen gerekir. Sen daha iyilerine layıksın ve daha iyisini bulacağına eminim" dedi. Mete çatallı bir sesle, yarım ağız konuşarak "Ben onu gerçekten çok sevmiştim. Benim için farklıydı. Nereden bileyim böyle olacağını? Her gün geçtikçe bana daha çok yakınlaşıyordu ve onu tanımaya başlıyordum. Tamam anlıyorum, belki benlik değildi ama ne bileyim işte beni ona çeken bir şey vardı. Ama o bunu göremedi. Daha çok her gece birlikte olmayı istiyordu. Ben de bunun olmayacağını söylüyordum. Onu deniyordum, mesaj vermek istiyordum. Dün gece de artık son şansı oldu. Bu sefer çok ileri gitti. Ben de onunla birlikte olmak istiyordum ama henüz zamanı değildi." diyerek başını önüne eğmişti

Bütün gün Rıfat ve Mete ormanda dolaştılar. Gün batımını beraber izlemişlerdi. Gün batımını bitiren güneşin batması değil yağan yağmur olmuştu. Yağmur ıslatmıştı her tarafı. Rıfat ve Mete kamp alanına dönene kadar baya ıslanmışlardı ve hafif de bir rüzgar vardı. Kamp alanına vardıklarında yalnız adamdan havlu alıp kurulandılar. Yağmur durmuştu ancak gece her ihtimale karşı kamp alanının cafe tarafına geçtiler ve cafenin üstü kapalı bahçesine sığındılar diğer kampçılarla beraber. Rıfat yağan yağmurdan etkilenmişti ve öksürmeye başlamıştı. Rıfat çok çabuk hastalandığı için yağan yağmur onu etkilemişti. Rıfat'ın öksürüklerinden sonra Mete "Rıfat iyi misin? Kötü öksürmeye başladın." dedi. Rıfat "Yağmur yüzünden olmalı. Sanırım çadıra gidip kendimi ısıtsam iyi olacak. Zaten yarın son gün ertesi sabah dönüş yoluna koyuluruz. Abartılacak bir şeyim yok" dedi ve çadıra doğru yöneldi. Çadıra geçtikten sonra arkasında Mete Rıfat'ın yanına gelerek "Bu gece yalnız uyumak istemiyorum. Yanında uyuyabilir miyim Rıfat?" diye sordu. Rıfat şaşkınlığını gizleyerek "Tabii gelebilirsin" diyerek yanına çağırdı ve uzandı Mete Rıfat'ın yanına. Rıfat öksürmeye devam ediyordu. Neyse ki bir müddet sonra sustu ve uykuya daldı. O kadar yorgun hissediyordu ki kendini Mete'nin yanında olması, uyumasına engel olmadı.

Sabah ilk Rıfat kalkmıştı. Yanına baktı ve yüzünde bir gülümseme oluştu. Yanında Mete'nin uyuyor olması onu çok sevindirmişti. Mete'yi uyandırmadı Rıfat. Onu izlemeyi tercih etti. Yavaşça boynuna doğru eğildi Rıfat ve Mete'nin uyurken ki mırıltısını dinledi. Biraz daha eğildi boynuna doğru bu sefer Mete'nin kokusunu çekti içine. O kadar çok çekti ki içine nefesini, birden, kendine hakim olamadan öksürmeye başlamıştı ve Mete uyanmıştı öksürüğün sesine. Mete'nin ilk tepkisi "Rıfat! Neyin var? Hiç iyi gözükmüyorsun" şeklinde oldu. Rıfat bir süre öksürmekten cevap verememişti. Bir süre sonra öksürüğü dindi ve gülümseyerek "Günaydın" dedi Rıfat. Mete de kahkaha atarak "Sana da günaydın. Öksürmekten konuşamaz hale geldin. Yarın şehre gittiğimizde ilk yapmamız gereken şey hastaneye gitmek. Tamam mı?" dedi ve Rıfat onaylar şekilde baş salladı.

Mete düne nazaran daha iyi görünüyordu, Rıfat'la zaman geçirdikçe daha da iyi oluyordu. Kampın bu son gününde zamanlarını iyi değerlendirmişlerdi. Bugün Rıfat'ın tam da istediği gibi bir gün olmuştu. Hayalini kurduğu kamp günlüğü buydu. Mete'yle baş başa bir gün geçiriyordu ve hayatının en güzel gününü geçirdiğinden de emindi. Günün yorgunluğunu Mete'nin ağladığı ağacın dibinde son bulmuştu. Başbaşa ağacın dibinde güneşin batışını izliyorlardı. O kadar muhteşem bir görüntü vardı ki ikisi de sanki sarhoş olmuşlardı. Oldukları nokta kamp alanının en uç noktasıydı. Buradan daha ileri gidemezlerdi çünkü oturdukları yerden 5 metre sonrası uçurumdu. Doğanın yeşilliğini tam anlamıyla görebiliyorlardı. Güneş ufuktaki tepenin arkasından yavaş yavaş batıyordu. Hava hafif kızıldı. Rüzgar şiddetini biraz arttırmıştı. Uçurumdan, ufuktaki tepeye kadar olan orman, rüzgarın etkisiyle dalgalanan bir çarşaf gibiydi. Rüzgarın etkisi ağaçların yapraklarını çıngıraktan çıkan bir sesmiş gibi tüm doğaya yayılmasını sağlıyordu. Sararan yapraklardan bir çoğu rüzgara dayanamayıp kendini çekim kuvvetinin gücüne bırakıyordu. Güneşin kızıllığı ile sonbaharın sarısı önlerinde dans ediyordu. Bu sefer Rıfat, Mete'nin omzuna yaslamıştı başını. Rıfat öksürmeye devam ediyordu. Rıfat her öksürdüğünde Mete'nin içi gidiyordu. Aman Tanrım! Mete'ye daha önce hiç böyle bir şey olmamıştı. Birden bire Rıfat'ın iç sesi devreye girdi "Hadi Rıfat neyi bekliyorsun daha? Sevdiğini söylemenin tam zamanı şimdi. Bırak şu gereksiz gururları. Aşkın bahanesi olmaz. Söyle artık!" Rıfat bir şey demedi. Biraz daha Mete'nin Omzunda dinlenmeye razıydı. Bugün onların kamptaki son günüydü.

Mete elinde bir şey hissetti. Bir yağmur tanesi... Yağmur başlamıştı yine. Bu sefer güneş tepenin ardından parıldamaya devam ediyordu. Mete Rıfat'a dönerek "Rıfat kalkalım istersen. Yağmur başladı. Öksürüklerinde arttı daha çok hastalanacaksın. Zatürre olacaksın. Sana bir şey olsun istemem." dedi. Rıfat son anlarının olduğunu düşünerek "Biraz daha kalalım lütfen Mete. Bu anın keyfini çıkartmak istiyorum" deyince Mete Rıfat'ı kırmadı. Rıfat, Mete'nin omzundan başını kaldırarak yüzüne baktı. "Mete sana söylemem gereken bir şey var." Şiddetli şekilde öksürerek ve cümleleri bölünerek "Mete ben... Şey!.. Ben seni ilk gördüğüm andan beri hoşlanıyorum. Fakat sana bunu söyleyemedim. Kampta söylemeyi planlıyordum. Biraz geç oldu. Seni Deniz'le görünce... Biliyorsun işte..." dedi. Mete çok şaşırmamıştı. Çünkü Deniz kamptan gittikten sonraki yakınlığını Mete hissetmişti. Mete işaret ve baş parmağıyla Rıfat'ın çenesinden tuttu, başını biraz daha kaldırdı. Gözleri daha yakındı birbirlerine. Göz göze bakışıyorlardı. İyice yakınlaşmışlardı. Rıfat arada öksürmek için yüzüne çeviriyordu. Dudakları birbirine daha da yakındı artık. İkisi de gözlerini hiç kırpmıyorlardı. Tam öpüşeceklerdi ki ikisi de birbirine sarıldılar. Kokularını çektiler ikiside. Ayrıldılar ve ilk cümle Rıfat'an gelmişti "Seni seviyorum." Mete "Ben de seni seviyorum." dedi ve Mete kollarını açtı, Rıfat'ı sarak oturmaya devam ettiler. Rıfat, Mete'nin kolları arasında başını omzuna yaslayarak bu güzel anın tadını çıkarıyordu. Mete Rıfat'ı izliyordu. Büyük bir sessizlik vardı doğanın çıkardığı sesler dışında. Yağmur ve rüzgar bu aşkı kutlarcasına inanılmaz bir senfoni gerçekleştiriyorlardı. İkisi de bu senfoniye dalmıştı.


Bir müddet sonra güneş gücünü tepenin ardından batıp gücünü yitirmeden önce gökkuşağı oluşmasına sebep olmuştu. Mete gökkuşağını görünce büyük bir heyecanla Rıfat'a dönerek "Rıfat! Rıfat bak Gökkuşağı. Gökkuşağı, aşkımızı karşılıyor galiba." dedi. Fakat Rıfat cevap vermemişti. Rıfat yağan yağmurun etkisiyle iyice hastalanmış ve kendini zatürrenin kollarına bırakmıştı. Mete ısrarla Rıfat'a doğru bakıp uyanmasını bekliyordu. Elleriyle yüzüne dokunup, başını sallayıp uyandırmaya çalışıyordu. Mete'nin gözünden yaşlar gelmeyi başlamıştı. "Rıfat!.. Ne olursun uyan. Cevap ver bana. Rıfat uyan!" artık her şey anlamsızdı. Mete ne yapacağını bilemiyordu. Hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Rıfat'ın başı dizindeydi. Elleri Rıfat'ın başında doğaya haykırıyordu. Artık her şey için çok geçti. Önce gökkuşağı kaybolmuştu. Sonrasında güneş tüm gücünü yitirmişti. Bağırışları yalnız adam duyup gelse de, hastaneye kaldırsalar da Rıfat'ı hiç bir şey kurtaramamıştı. Zavallı Rıfat... Aşkının daha ilk anlarında kaybolmuştu ya da Mete'yi ilk gördüğünden itibaren başlayan aşkı bitmişti. Olayların bu haddeye kadar gelip ölümüne neden olan şey neydi?  Mete'nin keyifli zaman geçirmek için Rıfat'tan kamp ayarlamasını istemesi mi, yoksa Rıfat'ın Mete'ye duyduğu aşktan baş başa güzel zaman geçirmek istemesi mi? Rıfat'ın Mete'ye aşkını ilan etmesi için kamp ayarlaması mı, yoksa baş başa olamadıkalrı için Rıfat'ın yalnız başına ağacın dibinde oturup dönüşte ıslanması mı?

Soruların da önemi yok artık. Geriye kalan dram sonsuza dek Mete'nin kalbinde büyük bir boşluk yaratacaktı. Mete o günden sonra Rıfat'ın her ölüm yıl dönümünde, oturdukları o ağacın olduğu yere gelir ve önce Rıfat için sonrasında gökkuşağı çıkması için dua ederdi. Kimi zaman gökkuşağı çıktığında Rıfat'ın kendisini gördüğüne ve yanağına bir öpücük kondurduğuna inanırdı. Mete Rıfat'ın ölümünden sonra hiç bir zaman aşık olamamıştı. Rıfatla bu kadar kısa zaman geçirmesine rağmen her gün fotoğrafına bakar aşkı daha da büyürdü. Mete aşkından hiç bir zaman sapmamıştı. Bir gün yine Rıfat'ın son nefesini verdiği o anda gökkuşağı belirmişti. Gökkuşına doya doya baktıktan sonra Mete uçurumun kenarına gelip kendini gökkuşağının kıllarına bırakmıştı... ve böylece bir aşk daha sone ermişti.

peki bunları kim anlatıyor?
Merhaba... Ben bu aşktan geriye kalan tek şey; iç ses...